BİLİNÇLİ TIP ATÖLYESİ – DR. NİRDOSH KOHRA
Son yıllardaki tıp araştırma sonuçları bizi, bedenimizi ve bedenimizle ilgili bağlantıları sorgulamaya daha çok yakınlaştırıyor. Uzun bir süredir tıp dünyasında egemen olan baskın görüşler, bizlere bedenin semptomlarını birer dış güç ya da bize zarar veren oluşumlar olarak gösterdi. Semptomlar hastalıkların habercileri olarak ortaya kondu. Semptomları hiç dinlemeden medikal müdahalelerle ortadan kaldırmamız gerektiği ve kendimizi mutlak ‘iyi’ hissetmemiz gerektiğine odaklayan bilgiler aktarıldı. Oysaki araştırmalar şuan bunun tam tersini söylüyor.
Bedenin kendini iyileştirme sürecini yanlış mı anlamlandırıyoruz?
Bilinçli tıp atölyesinde bedenimizdeki semptomların sanılanın aksine bize yardımcı olan doğal bir sistemden ibaret olduğunu aktaran Meksikalı doktor Dr. Nirdosh Kohra, hastalıkların ya da semptomların, fiziksel ve/veya ruhsal olarak özellikli mesajlar vermek için ‘orada’ olduklarını açıkladı. Buradan yola çıkan araştırmalar, hastalıkların ‘kötünün habercisi olduğu’ ve tedavinin de bu belirtilerin ortadan kaldırılması gerektiğine dair inancı yerle bir ediyor. Çünkü bu yeni tıp anlayışına göre vücudumuzdaki her bir belirtinin hayatta kalmak için bir anlamı var. Ve bu ve bu belirtiler özel ve spesifik olan bir duruma özgü stratejik cevapları içeriyor. Nasıl mı?
Hepimiz her gün, gün içinde sayısız kez travmatik diyebileceğimiz olaylar yaşıyoruz. Bu travmaların boyutları (bunlara büyük T ler ve küçük t ler dersek) hem zamana, hem kişiye, hem de olaya bağlı olarak farklılaşıyor. Kişilerin yaşanan olaylara bakış açısı ve algıları travmanın boyutunu belirlemede birincil öneme sahip.
Yeni tıbbın bulgularına göre ani, şok edici ve çaresiz/yalnız hissettiğimiz bir olayın bedendeki organlarda, zihinde ve ruhumuzda belirli karşılıkları var. İnsanın başına gelen beklenmedik şok edici ve dramatik herhangi bir olay bedende, beyinde ve ruhta aynı anda bir etkiye sebep oluyor. Yani şokun türüne bağlı olarak bu durum ilgili bir organda, bu organı kontrol eden beyin merkezinde ve konuyla ilgili duygu ve düşüncelerde eşzamanlı bir etki yaratıyor. Ve bir çatışma başlıyor. Vücutta dengesizliğe sebep olan bu çatışmalar çözüldüğü anda ise bedende bu konuyla ilgili spesifik semptomlar belirlemeye başlıyor. Daha önceden hastalık olarak bildiğimiz tüm belirtiler/semptomlar işte tam bu noktada karşımıza çıkıyor. Ancak yeni tıbba göre bu süreç iyileşme süreci olarak adlandırılıyor.
Hayatta kalmaya yardımcı olan sistemler?
Alman Dr. Ryke Geerd Hamer vücudun her bölgesinin kendisine has savunma sistemleri olduğunu bulgulamış. Beden, yalnız olduğunu, tek başına yönetmesi gerektiğini ve ihtiyacı olan desteğe sahip olmadığını düşündüğü, şok edici her anda hayatta kalmamıza yardımcı olmak için kendi savunma sistemini çalıştırıyor. Çatışmalar çözümlendikten sonra ise beden yaşadığı olayla başa çıkma sürecinde tuttuğu şeyleri bırakmak ve kendisini dengelemek için iyileşme aşamasına geçiyor. Bu da bizim kendimizi hasta hissettiğimiz dönemde gerçekleşiyor. Yani yeni tıbba göre ateş, iltihap, acı, ağrı, tümör gibi büyük semptomlar da kaşıntı, burun akıntısı ya da hapşırma gibi küçük belirtiler de iyileşme aşamasının belirtileridir. Medikal müdahalelerle bastırmaya çalıştığımız tüm semptomlar bedenin kendisini dengelemek için yaptığı mücadelelerin ürünüdür.
Örneğin, epidermis (derinin ilk katmanı) bizi iç ve dış tehlikelerden koruma sisteminin bir parçasıdır. Kişi “fiziksel temasın ani ya da beklenmedik biçimde yitirilmesinde ya da bu temasın yitirilmesinden korktuğunda” bir çatışma başlar. Bu çatışmanın anlamı kişi için “sanki birisi benden koparılıp alınmış veya ayrılmak ister gibi” olduğunda beden bu sisteme özgü savunma mekanizmasını devreye sokar. Bu mekanizmanın biyolojik amacı ayrılığın daha az hissedilmesi ve kişinin bunu unutması olduğu için deride pürüzlü, soğuk, solgun ve his kaybına uğramış kısımlar oluşur. Çatışma kişi için çözümlendiğinde ise deri bu etkilenen kısmını iyileştirmek için kendini yeniler. Isınma, deride kaşıntı kızarıklık, ürtiker, egzama gibi semptomlar belirir. Yaşanan ayrılığın algısına göre bu çatışmalar ve belirtilerin süresi ve yoğunluğu değişir. Sanılanın aksine semptomlar belirdiğinde vücut hasta olmuyor kendisini iyileştiriyordur.
Alerjiler de bedenin korunma sisteminin bir parçasıdırlar. Travmatik denilen olayın (ani/ şok edici/ çaresiz hissettiren) gerçekleştiği anda beyin ve beden bu olayda mevcut olan bütün unsurları ayrıntılı olarak kaydeder. Bunlar beş duyunun her bir yoluyla (koku, görme, işitme, tatma, dokunma) kaydedilir ve izler olarak kalır. Aslında vücut tehdit edici bir durumun parçası olarak bu izleri hatırlar ve herhangi bir hatırlatıcı durumda vücudu yeni bir şoktan korumak ya da önlem almasını sağlamak amaçlı alarm sistemi işlevini görürler. Bunlar batı tıbbında genel olarak alerjiler olarak bilinir.
Bilinçli Tıp denilen şey nedir?
Bilinçli Tıp Dr. Ryke Geerd Hamer tarafından başlatılan ve yaklaşık 30yıllık bir geçmişe dayanan araştırmaların sonunda bulunmuş alternatif iyileşme, duygusal çalışma, beslenme ve meditasyon yönetmeleri ile desteklenen yeni bir tıp anlayışıdır.
Dr. Nirdosh’un aktardığı bu yeni tıp anlayışının beraberinde getirdiği en önemli şeylerden biri hastalığa bakış açımızın olası etkisini anlamak hakkındadır. Vücuttaki dengeyi bozan şok edici olayların boyutu yani travmayı büyük T veya küçük t olarak nitelendirmemizi sağlayan şey bizim algılarımızdır. Bir durumu nasıl algıladığımız da hem duruma ilişkin stres düzeyini hem de beden sistemindeki etkinin derecesini belirliyor. Böylece pek çok kişi gün içinde bile bedenin farklı sistemlerini aktive eden olaylar ile karşılaşsa bile herkes aynı derecede etkilenmiyor. Bu yeni tıp anlayışının getirdiği ikinci önemli şey ise semptomlar belirdikten sonraki sürece bakış. Örneğin; hastalık ya da bir belirti ortaya çıktığında bize öğretilen şey ‘Bedende bir şeyler ters gidiyor ve bunu hemen onarmalıyız’ düşüncesidir. Vücudun içinde neler olup bittiğini bilmeyerek korkmak ve semptomları anlamak yerine ‘yok’ etmeye çalışmak iyileştirici değildir. Dr. Nirdosh’a göre tüm doktorlar bu süreçteki algıda büyük bir etkiye sahiptirler. Çünkü semptomlar üzerinden ‘teşhis’ alan her hasta vücudunda bir şeylerin ters gittiğini düşünerek tekrar strese girer. Yani semptomlara hastalık gözüyle bakan teşhisler kişiyi daha çok panikletir. Vücutta yeni bir stres döngüsü yaratır. Oysa semptomlar iyileşmekte olan bedenin görünümleridir ve kişiyi değişmeye, hayatındaki sorunların kaynağını fark etmeye yönlendirir.
Fark etmek bizi daha sağlıklı yapar mı?
Yeni tıbbın öğretisinde bedenin biyolojik sistemleri belirli zor durumlardan geçebilmemizi sağlayan mekanizmalardan oluşur. Semptomlar iyileşme sürecinin parçalarıdır. Bazen çok acı verici ve yorucu olsalar da bu durum bugüne kadar öğrendiğimizin aksine ‘kötü’ olduğu anlamına gelmez. Bedenimiz semptomlarla mücadele ediyor görünse bile, bizim hayatta yüzleştiğimiz her türlü durum karşısında büyümemize ve bilinçli olmamıza, ‘iyileşmemize’ yardımcı oluyordur. Bu yüzden bedenimizi ve zihnimizi anlamaya ne kadar yakın olursak günlük hayatta tecrübe ettiğimiz duygular aracılığıyla verilen mesajlara (zihinsel ve fiziksel semptomlar) o kadar aşina olabiliriz. Bu farkındalıkla yavaşlamak, rahatlamak, gevşemek ve sağlıklı olmak için ihtiyaç duyduklarımızı anlayabiliriz. Ancak bundan sonra vücudumuzun kendini iyileştirme kapasitesine güvenir ve onu bu yönde destekleriz.
Yine de Dr. Nirdosh Kohra’ya göre bu iki tıp arasında bir yarış yoktur. Sadece farkındalıkların tıbbı iyileşmeye dair daha geniş ve derin bir erişim sağlar. İlaçlar ya da ameliyatlar hayati tehlike gerektiren durumlarda ve semptomlar katlanılması güç hale geldikleri yerlerde vücuttaki başka dengesizlikleri tetikleyebilecekleri şartlarda kesinlikle gereklidir.
Vücudun kendisini iyileştirmesine yardımcı olmak ne kadar mümkün?
Her bireyin kendine has biyolojik sistemleri ve kendine has algısı semptomlarını ve sürecin gidişatını kendisine has yapar. Tabi ki bol bol su içmek, taze gıdalar yemek, duygularını fark etmek ve ifade etmek, meditasyon ya da yoga gibi egzersizler yapmak gibi destekleyici yollar bedene iyi gelecektir. Ancak kişinin kendi vücudunu tanıması ve kendisine has farklı besleme, işleme ve egzersiz yollarını bulması önceliklidir.
Bu tanıma süreci beden belirtilerini daha çok dinlemeye ve anlayama çalışmayla başlasa da büyük bir bölümünü algılar oluşturur. Batı tıbbının öğretilerinden biri de aslında semptomları anlamak yerine ortadan kaldırmayı hedefleyerek mutlak ‘iyilik’ hali yaratmaya çalışmasıdır. Belirtiler kötü durumun habercisidir ve ortadan kaldırılmalıdır. O zaman herkes kendisini ‘iyi’ hissedebilir. Ancak bilinçli tıbbın öğretisinde batı tıbbının ortadan kaldırmaya çalıştığı belirtiler iyileşme sürecine işarettir ve her belirtinin sistemde bir anlamı vardır. Her zaman iyi hissetmeye odaklanmak değil, olanı olduğu gibi kabul etmeyi denemek ve deneyimlemek yardımcı olur. Semptomlarla ilgili teşhislere “mutlak hakikat” olarak değil de “belki öyledir, belki de değildir” gibi bir bakışla yaklaşıp kabullenilmesini salık veriyor. Semptomlara korkuyla bakmak yerine onları bedenin yenilenme, onarım ve iyileşme süreci olduğunu fark etmek, anlamları ve duygularıyla da kabul etmek gerekiyor.
Çocuklar için farkındalığın şifası nedir?
Çocukların bağışıklık sistemleri yeni gelişmekte olduğu için hastalıklara daha açık oldukları düşünülür. Oysa çocukların tam bu noktada bazı avantajları vardır. Onlar duyguları ifade etmede yetişkinlerden çok daha iyidirler, ağlarlar, bağırırlar ve kendileri için stres yaratan durumun ifadesini ararlar. Hastalıklarla ilgili deneyimleri genellikle ebeveynlerinden geçer. Doktorun ne teşhis koyacağından korku ve endişe duymazlar. Onların sistemlerinde daha çok ifade, daha az korku vardır. Ancak ebeveynlerinin konu ile ilgili endişelerine odaklanırlar. Bu noktada ebeveynlerin “önce ben” yaklaşımı, kendi sağlıklarını, yeme alışkanlıklarını, duygularını, algılarını ve çevrelerini farkında olmaları çocuklarını da iyileştiriyor.